“Ne yapacağımı bilmiyorum. Bu derdin altından nasıl kalkacağımı… Nasıl tekrardan güleceğimi… Mutluluk ne zaman bu kadar uzak olmuştu bana? Peki ya hayat bu kadar yorucu ve zor muydu gerçekten? Huzuru, mutluluğu neden pazardan aldığımız meyveler gibi parayla alamıyoruz? Alabilseydik yüzbinlerimi sererdim ortaya. Olmayan paramı oldururdum, oldururduk. Şu boğazımı sıkan, nefes almamı zorlaştıran, her aldığım nefeste kalbime bıçak saplayan nefes… Ben artık sıkıldım hayattan, çok sıkıldım. Mutlu olmak istiyorum. Kaybettiklerime üzülmek yerine ‘ben değil o beni kaybetti’ diyerek yoluma devam etmek istiyorum. Ayağıma takılan taşları değil masmavi gökyüzündeki bembeyaz pamuk gibi bulutları görmek istiyorum. ‘Ben kimse değilim, ben eşsizim!’ diye dağın zirvesinde haykırmak istiyorum. Önüme çıkan engeller karşısında dizlerimi kendime çekip dizlerime kollarımı dolayıp başımı bükmek ağlamak yerine o engelin üzerine çıkıp ‘güçlüyüm!’ diye bağırmak istiyorum. Kendim olmayı istiyorum, kendimi yaşamayı, kendimi yaşatmayı istiyorum.”
Hangimiz söylemedik ki bu sözleri? Hayatın güzelliklerini hangimiz istemedik? İliklerimize, atomlarımıza kadar muhtaçız hepimiz mutluluğa, huzura, sevgiye. Peki ya sana aslında mutluluğa, huzura, güzelliklere sahip olduğunu söylesem bana deli mi derdin?
Şimdi aynanın karşısına geç ve aynaya bak! Aynada kendini görebiliyorsan muhteşem gözlerin vardır demektir. Rengi şekli değil önemli olan. Renkleri görmek kadar güzel bir şey var mıdır şu dünyada? Kör olmak mı isterdin, renkleri hiç bilmemek… Kırmızı, mavi nasıl renkler diye sormak… En sevdiğin rengin hangi renk olacağını bilememek… Hayatındaki ufacık bir güzellik bu. Mutluluk bu.
Ellerini getir gözlerinin önüne. Yemek yiyebildiğin, oyun oynayabildiğin, telefonunu tutabildiğin, araba sürebildiğin, seni kimseye muhtaç etmeyen eller… Onlar olmasaydı sahi bir düşünsene! Dehşet! Kim yedirirdi yemeğini? Kim tarardı saçını? Kim arabanı sürerdi? Kim yapabilirdi temizliğini?
Ayaklarına ne demeli. Seni tekerlekli sandalyeye muhtaç etmeyen, geç kaldığında işine koşabildiğin o iki parçan!
Buraya binlerce, yüzlerce örnek sığdırabilirsin. Hayatın güzellikleri seninle. Sen cennettesin etrafında yemyeşil ağaçlar, rengarenk çiçekler, kulağına şarkılar söyleyen kuşlar var ama sen önündeki o minnacık taştan şikayet ediyorsun. Şimdi bir daha düşün. Gerçekten hayatın berbat mı o kadar?
Bizim hayatımızı berbat eden gözlerimiz gördüğü halde kör gibi hayatımızdaki renkleri göremememiz.
Bizler gözleri gören körleriz.